Vay Canına
Forum Üyesi
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yaşamının son aylarını İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda geçirdi. 29 Ekim 1938 ise onun yaşamının son günlerine denk geldi.
Atatürk'ün en büyük arzularından birisi 29 Ekim törenlerinde Ankara'da olmak ve Milli Mücadele döneminde kendisine en büyük sığınak ve karargah olan başkentinde kutlamalara katılmaktı.
Ancak doktorları, değil Ankara'ya gitmesini yatağından kalkmasına bile izin vermiyorlardı.
Atatürk buna rağmen Ankara'ya gitmek için ısrarlarını sürdürdü.
Hiç kuşkusuz Ankara, Atatürk için sade bir şehirden çok daha büyük anlamlar barındırıyordu. İdam fermanlarının, işgalin, ihanetin pençesinde bu şehre gelmiş ve tüm savaşı buradan yönetmiş ardından bu direniş karargahını yeni cumhuriyetin başkenti haline getirmişti. Şimdi Atatürk, başkentiyle son bir kez kucaklaşmak istiyordu.
1 Ekim 1938'de Kılıç Ali'yi yanına çağırdı ve kendisine şunları söyledi:
'Bu çorapları ayağıma çekerim. Yakama bir eşarp sarar trenden Gazi İstasyonu'na inerim. Derhal bir otomobile atlar Çankaya'ya çıkarım. Ne olur Ankara'ya gidelim. Ne olacaksam orada olayım'
Lakin Atatürk'ün bu arzusu ne yazık ki gerçekleşmesi imkansız olan bir hayaldi. Çaresiz boyun büktü.
29 Ekim 1938 günü genç Cumhuriyet 15. yaşını doldurdu. Tüm yurtta coşkuyla kutlamalar yapılırken ülkenin büyük önderi Dolmabahçe Sarayı'ndan çıkamamanın üzüntüsü içindeydi.
Atatürk'ü yaşamı boyunca en çok duygulandıran olaylardan birisi de o gün yaşandı.
Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri bir tekneyle kutlamalardan dönüyordu.
Dolmabahçe Sarayı yakınlarında tekneyi durdurdular.
Atamızı görmek istiyoruz diye haykırmaya başladılar.
Sesleri duyan Atatürk, camın önüne gelmek istedi. Kendisini pencere önüne getirip bir koltuğa oturttular.
Öğrenciler, Dolmabahçe Sarayı penceresinde Atatürk'ü görünce büsbütün heyecanlandılar. Bir kısmı denize atlayıp Ata'yı daha yakın görmek için Saray'a doğru yüzmeye başladı.
Gençler bir anda eski, tanıdık bir marşı hep bir ağızdan söylemeye başladılar.
'Dağ başını duman almış gümüş dere durmaz akar' sesleri Dolmabahçe duvarlarında yankılandı.
Bu marş Atatürk'ün 1919 yılında Samsun'dan Amasya'ya giderken söylediği bir marştı. Daha sonra devrimin, cumhuriyetin marşı olacaktı.
Bu manzara karşısında Atatürk, göz yaşlarını daha fazla tutamadı.
Tüm ömrü cephelerde, savaşlarda geçmiş; çok büyük acılar yaşamış bir kumandandı. Belki de o güne kadar hiçbir şey, o anda ayağa kalkıp gençlerin arasına gidememek kadar canını yakmamıştı.
Elleriyle son bir kez selam verdi Askeri Lise öğrencilerine.
Bu aynı zamanda onun halkını da son selamlayışı oldu.
Kendisi kutlamalar için Ankara'ya gidememiş; ancak ülkesini emanet ettiği gençler onun yanına gelmişti.
Atatürk, Cumhuriyeti'nin 15. yılını böyle kutladı.
Kaderin cilvesine bakınız ki Atatürk'ün sağlığı tam anlamıyla kötüleşmek için belki de bayram kutlamalarının bitmesini beklemişti. 29 Ekim 1938 sonrası iyiden iyiye ağırlaşarak yataktan hiç çıkamaz hale geldi.
8 Kasım 1938 günü bir kere daha komaya girdi. Bu ikinci ağır komaydı ve bir daha hiç çıkmayacaktı. 'Allahaısmarladık' diye mırıldandı ve sustu.
Dışarıda bütün bir ulus radyo başındaydı. Herkes iyi bir haber almak umuduyla beklerken artık Atatürk son dakikalarını yaşıyordu.
10 Kasım sabahı ise son nöbet defterine şöyle yazıldı:
'Saat 09:05. Vefat etmişlerdir.'
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, en büyük eserim dediği Cumhuriyet'in kuruluş yıl dönümlerine hep çok önem verdi. Belki de bu yüzden 1938 yılındaki kutlamalara katılamamak onu derinden yaraladı.
Buna rağmen ağır bir hastalıkla mücadele ederken bile ülkesinin kuruluş gününde ayağa kalkmış, kendisini zorlayarak pencere önüne oturup gençleri selamladı.
101. yılını dolduracak olan Türkiye Cumhuriyeti ise bugünlerde bir kere daha Atatürk'ü saygıyla anıyor.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Atatürk'ün en büyük arzularından birisi 29 Ekim törenlerinde Ankara'da olmak ve Milli Mücadele döneminde kendisine en büyük sığınak ve karargah olan başkentinde kutlamalara katılmaktı.
Ancak doktorları, değil Ankara'ya gitmesini yatağından kalkmasına bile izin vermiyorlardı.
Atatürk buna rağmen Ankara'ya gitmek için ısrarlarını sürdürdü.
Hiç kuşkusuz Ankara, Atatürk için sade bir şehirden çok daha büyük anlamlar barındırıyordu. İdam fermanlarının, işgalin, ihanetin pençesinde bu şehre gelmiş ve tüm savaşı buradan yönetmiş ardından bu direniş karargahını yeni cumhuriyetin başkenti haline getirmişti. Şimdi Atatürk, başkentiyle son bir kez kucaklaşmak istiyordu.
1 Ekim 1938'de Kılıç Ali'yi yanına çağırdı ve kendisine şunları söyledi:
'Bu çorapları ayağıma çekerim. Yakama bir eşarp sarar trenden Gazi İstasyonu'na inerim. Derhal bir otomobile atlar Çankaya'ya çıkarım. Ne olur Ankara'ya gidelim. Ne olacaksam orada olayım'
Lakin Atatürk'ün bu arzusu ne yazık ki gerçekleşmesi imkansız olan bir hayaldi. Çaresiz boyun büktü.
29 Ekim 1938 günü genç Cumhuriyet 15. yaşını doldurdu. Tüm yurtta coşkuyla kutlamalar yapılırken ülkenin büyük önderi Dolmabahçe Sarayı'ndan çıkamamanın üzüntüsü içindeydi.
Atatürk'ü yaşamı boyunca en çok duygulandıran olaylardan birisi de o gün yaşandı.
Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri bir tekneyle kutlamalardan dönüyordu.
Dolmabahçe Sarayı yakınlarında tekneyi durdurdular.
Atamızı görmek istiyoruz diye haykırmaya başladılar.
Sesleri duyan Atatürk, camın önüne gelmek istedi. Kendisini pencere önüne getirip bir koltuğa oturttular.
Öğrenciler, Dolmabahçe Sarayı penceresinde Atatürk'ü görünce büsbütün heyecanlandılar. Bir kısmı denize atlayıp Ata'yı daha yakın görmek için Saray'a doğru yüzmeye başladı.
Gençler bir anda eski, tanıdık bir marşı hep bir ağızdan söylemeye başladılar.
'Dağ başını duman almış gümüş dere durmaz akar' sesleri Dolmabahçe duvarlarında yankılandı.
Bu marş Atatürk'ün 1919 yılında Samsun'dan Amasya'ya giderken söylediği bir marştı. Daha sonra devrimin, cumhuriyetin marşı olacaktı.
Bu manzara karşısında Atatürk, göz yaşlarını daha fazla tutamadı.
Tüm ömrü cephelerde, savaşlarda geçmiş; çok büyük acılar yaşamış bir kumandandı. Belki de o güne kadar hiçbir şey, o anda ayağa kalkıp gençlerin arasına gidememek kadar canını yakmamıştı.
Elleriyle son bir kez selam verdi Askeri Lise öğrencilerine.
Bu aynı zamanda onun halkını da son selamlayışı oldu.
Kendisi kutlamalar için Ankara'ya gidememiş; ancak ülkesini emanet ettiği gençler onun yanına gelmişti.
Atatürk, Cumhuriyeti'nin 15. yılını böyle kutladı.
Kaderin cilvesine bakınız ki Atatürk'ün sağlığı tam anlamıyla kötüleşmek için belki de bayram kutlamalarının bitmesini beklemişti. 29 Ekim 1938 sonrası iyiden iyiye ağırlaşarak yataktan hiç çıkamaz hale geldi.
8 Kasım 1938 günü bir kere daha komaya girdi. Bu ikinci ağır komaydı ve bir daha hiç çıkmayacaktı. 'Allahaısmarladık' diye mırıldandı ve sustu.
Dışarıda bütün bir ulus radyo başındaydı. Herkes iyi bir haber almak umuduyla beklerken artık Atatürk son dakikalarını yaşıyordu.
10 Kasım sabahı ise son nöbet defterine şöyle yazıldı:
'Saat 09:05. Vefat etmişlerdir.'
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, en büyük eserim dediği Cumhuriyet'in kuruluş yıl dönümlerine hep çok önem verdi. Belki de bu yüzden 1938 yılındaki kutlamalara katılamamak onu derinden yaraladı.
Buna rağmen ağır bir hastalıkla mücadele ederken bile ülkesinin kuruluş gününde ayağa kalkmış, kendisini zorlayarak pencere önüne oturup gençleri selamladı.
101. yılını dolduracak olan Türkiye Cumhuriyeti ise bugünlerde bir kere daha Atatürk'ü saygıyla anıyor.