Erbakan'ın söylemleri
Bu iktidar 20 yıldır Türkiye'yi yönetiyor. İktidara geldiği gün ile bugün arasında en ufak bir benzerlik yok artık. Birkaç hatırlatma ne demek istediğimizi açıklığa kavuşturacaktır:
AKP'yi kuranlar "Yenilikçiler" adı altında Refahtan koparak geldiler ve ilk seçimde iktidar oldular. Peki nasıl? Bu ekip ana damardan koparken iktidar yolunun refaha kapalı olduğunu iyice kavramıştı. Geldikleri kök ve hat üzerinden devam ederlerse iktidar olamayacaklarını gördüler. Levra sekülerizmi büyük oranda içselleştirmiş bir toplumda ve laiklik ilkesine sıkı sıkıya bağlı olan devlet katında gerekli meşruiyete sahip değillerdi. Çünkü liderleri Erbakan, serbest piyasayı adeta recmederek İslam Dinarından bahsediyor, Avrupa Birliğine Hristiyan Kulübü ilan ederek kökten karşı çıkıyor, Millî Görüşçü olduklarını söyleyerek demokrasiyi adata es geçiyordu. Hatta Avrupa Birliğini dini kaygılarla düşman ilan ediyor ve daha da önemlisi siyasal İslami yönetimi ima ederek demokrasinin kendileri için bir ara durak olduğunu söylüyordu.
Bu söyleme toplumun yanı sıra, ordu başta olmak üzere devletin çarkını döndüren kurumların cevaz vermeyeceği aşikardı. Bu yüzden bir kez hariç yıllarca % 5-7 bandında dönüp durdular. İşte bunu gören Erdoğan ve arkadaşları "Yenilikçilik" adı altında atağa geçip partiden ayrıldılar. "Yenilikçiler" denilen troyka sadece yenilikçi değil aynı zamanda pragmatiktiler. Daha sonra birçok konuda öyle olmadıkları bugün artık iyice anlaşılsa bile o zaman sureti haktan görünerek değiştiklerini söylediler ve Erbakan Hareketinden radikal bir kopuş yaşadılar.
"Yenilikçilerin" kopuşu
Evet, bu sadece bir ayrılma değil kökten bir kopuştu, daha doğrusu topluma deklere ettikleri buydu. Nasıl mı? Söz gelimi Erbakan'ın Hristiyan Kulübü dediği Avrupa Birliği için onlar Hristiyan kulübü değil, AB değerler manzumesidir diye ortaya çıktılar. Hatta daha ileri giderek Türkiye'yi AB'ye biz sokacağız dediler. (2004 yılında AB ile müzakerelerin başlaması sonrası döndükleri Ankara'da gündüz gözüyle patlattıkları çata patları hatırlayın.)
Sonra en önemli kopuşu çizgi değiştirdiklerini ilan ederek yaptılar: Millî Görüş gömleğini çıkarıp attık ve Erbakan'ın aksine demokrasi bizim araç değil amaçtır dediler. Dış ilişkiler ve ideolojik planda bunları söyledikten sonra iş alemini, toplumu yakından ilgilendiren ekonomi alanında da radikal bir kopuşu dile getirdiler. Erbakan'ın İslam dinarı ve faiz rubadır söylemine karşı onlar tam tersine biz serbest piyasa düzenini savunuyoruz ve sürdüreceğiz dediler.
Dikkat ederseniz değiştik dedikleri konular hem dışarıya hem içerdeki bürokrasiye ve belli kesimlere güvence vermeye dönük akıllıca planlanmış söylemlerdi.
Peki bununla neyi başardılar? Bu söylemlerle hem AB'nin desteğini aldılar hem de içerdeki kuşkuları azalttılar. AB'den aldıkları destekle içerdeki meşruiyetlerini güçlendirdiler. Daha da önemlisi Türkiye'yi küresel ekonomiye eklemleyeceğiz diyerek AB ile birlikte ABD'ye şirin mesajlar verip destek (ve hatta onaylarını) aldılar ve öyle iktidara yürüdüler. Sadece o da değil, asıl Batıyı rahatlatan şey o günün konjonktürü ve koşullarında İslami tandansları konusunda verdikleri güvenceydi. Siyasal İslamcı olmadıklarını, demokrasinin kendileri için araç değil amaç olduğunu, siyasal İslam'dan batının istediği ılımlı İslam'a evirildiklerini çeşitli biçimlerde dile getirip bu konuda güvence isteyenlere güvence verdiler onlara kuşkuyla bakanları inandırdılar.
Sonra içeri dönüp, topluma şunu söylediler, ülkeyi çoğulcu ve katılımcı bir anlayışla özgürlükçü bir biçimde birlikte yöneteceğiz dediler. Bu o günün koşullarında verilecek en önemli güvenceydi. Böylece hem içeriyi hem dışarıyı büyük oranda inandırdılar. Başta ABD olmak üzere dışarının desteğini aldılar, içerde de artık yönetemez duruma düşmüş iktidar kliğinden bıkan halkın üçte birinin teveccühüne mazhar olup 2002 seçimlerinde %34 ile %65 milletvekili çıkararak iktidara geldiler.
İlk iktidarlarındaki icraatlar
İktidarlarının ilk döneminde topluma çeşitli konularda umut aşılayıp güvenceler vermeye devam ettikten sonra, yoksullukla, yolsuzluklarla ve yasaklarla mücadele edeceklerini söyleyerek seçim üstüne seçim kazandılar. Mevcut düzenden toplumun memnun olamadığını statükoyu değiştireceklerini ileri sürdüler. Böylece yeni müttefikler kazandılar.
Toplumun önemli bir kesimini ikna ettikleri ve söylemlerine inandırdıkları için ikinci seçimi daha yüksek bir oyla aldılar. Sonraki yıllarda Türkiye'nin kadim sorunlarına el attılar. Kürt sorununu, alevi sorununu, işsizliği, dezavantajlıların sorunlarını çözeceklerini söyleyerek ittifaklarını genişlettiler. Düşünce özgürlüğü söylemleri ve ilk zamanlardaki AB müktesebatı yolunda attıkları adımlar demokratların, liberallerin hatta kimi solcuların bile ilgisini hatta taktirini topladı.
2011 seçimlerinden sonra her koşulda kazandıklarını görünce, güç zehirlenmesiyle yavaş yavaş asıllarına rücu etmeye, daha önce ne söyledilerse tersini yapmaya başladılar. Güç zehirlemesi başlayınca her şey tepe taklak olmaya başladı ve işler tersine döndü. Aradan geçen 20 yıllık hikâyeyi herkes biliyor artık.
Suriye kaosu
Suriye'nin iç işlerine karışarak kendilerine göre dizayn etmeye çalıştılar. Ortadoğu'da başlayan ihvan alaborasına kapılıp Ne Osmanlıcığı yöneldiklerinde Ilımlı İslam'ı artık unutmuş ya da terk etmişlerdi. Siyasal İslami anlayışla Ortadoğu Müslümanlarının lideri (halifesi) olmaya soyunan lider Tunus, Libya, Mısır'dan sonra sıranın Suriye geldiğini düşünerek bu ülkenin iç işlerine müdahale etiller. İran, Irak ve Suriye Şii yayına karşı Türkiye, Mısır Arabistan Sünni yayı ile sonuç almaya çalıştılar. Onalar göre bu durumda kendilerine göre tek engel kalmıştı, o da Suriye idi. Amerika'nın da müdahil olmasıyla Suriye'de sonradan iç savaşa evrilen karmaşayı kışkırttılar, radikal İslami örgütleri destekleyip buna geçit vermeyen Suriye'de bugünkü ortamın oluşmasına neden oldular.
İçerdeki değişim
Dışarda bunları yaparken içerde ise değiştirmeye geldikleri düzenle bütünleşip değiştiler. Şöyle bir bakın ne görecekseniz? İktidara gelirken birlikte yöneteceğiz diyenler bugün ülkeyi tamamen tek adam rejimine mahkûm etmiş durumdalar. Faiz söz konusu olduğunda Nastan bahsediyorlar artık. Tekrar milli ve yerli söylemi ile Millî Görüşlülüğe geri döndüler.
İktidarın ilk yıllarında kendilerini yenilikçi ilan ederek koptukları Refah Partisinin aksine Avrupa Birliği Hristiyan kulübü değil diyorlardı, bugün ise gelinen noktada AB'den uzaklaşılmış Şangay'ın otokratik yapısına girmek için büyük tavizler veriyorlar ve AB'nin Hristiyanların birliği olduğu için Müslümanları almadıklarını ileri sürüyorlar.
İktidara geldiklerinde "üç y" dedikleri yasaklar, yolsuzluklar ve yoksullukla mücadele edeceklerini söyleyenler, bugün her alanda yasakları diz boyu artırıp ayyuka çıkardılar. Bilindiği üzere en son çıkarılan sansür yasası ile yasakların üstüne tüy dikildi. Halkın iradesi hiçe sayılarak seçimle gelen başkanalar görevden alındı, yerlerine kayyumlar atandı. Kendileri bir dönem aynı dertten mustarip AKP döneminde bugün partiler kapatılmaya çalışılıyor, Türkiye'nin altına imza attığı AHİM kararları ihlal ediliyor, aydınlar, siyasetçiler, gazeteciler iktidara muhalefet ettiği için zorlama gerekçelerle tutuklanıyor.
Hatırlayın, yolsuzlukların kökünü kazıyacağız diyerek iktidara geldiler. Bugün yolsuzluklar tavan yapmış durumda, Türkiye bu alanda her gün bir rezalete uyanıyor. Bakanlar, kendi şirketlerinin ürünlerini yönettikleri bakanlığa satıyor, bazı milletvekilleri kurdukları organizasyonlarla han hamam otel sahibi oluyor, organize suç örgütlerinden dolar üzerinden her ay para alanlar ifşa ediliyor, beşli çete denilen gruba Türkiye'deki ihalelerden en büyük pay veriliyor.
Kısacası devlet yönetilmesi gereken bir aygıttan çıkarılarak paylaşılması gereken bit ganimete dönüştürülmüş durumda. Bu minvalde siyaset adeta zenginleşmenin aracı haline getirildi. Birileri semirirken halk ha bire yoksullaşıyor. Bir tek örnek her şeyi açıklamaya yeter: İktidara geldiklerinde dolar 2 küsür lira iken bugün dolar bunun on katı yükselerek 20 liraya dayandı. Aynı durum işsizlik, yoksulluk, zam ve pahalılık verilerinde de söz konusu.
Bölüşüm adaleti yok oldu
Gelir dağılımı iyice bozuldu, ekonomik kriz buhrana evrilmiş durumda. Orta sınıf iyice eridi. Artık zenginler ve yoksulların olduğu bir ikili sınıfsal yapıya evrildi Türkiye. Yukarıdaki en zengin %20'lik kesim milli gelirden %60 pay alırken aşağıdaki %20'lik yoksul kesim milli gelirden sadece %4 küsurluk pay alabiliyor. Aradaki uçurum azalacağına gittikçe artıyor. Toplumun yarıya yakını yoksulluk, onun da yarısına yakını açlık sınırında geziniyor. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlik toplumu isyan noktasına getirmiş durumda.
İşsizlik had safhada: Ülkede çalışma yaşında olan 60 milyon nüfustan sadece 21 milyonu çalışabiliyor. İnşaat ekonomisi fiyat istikrasızlığı nedeniyle kilitlendi. Son olarak seçime 7 ay kala açıklanan ve tamamen seçime yönelik olduğu anlaşılan sosyal konut projesinin bu durumda akıbeti belirsiz duruyor. Hukuktaki istikrarsızlık, ülkeye duyulan güveni törpülüyor. O yüzden üretime dönük sabit sermaye yatırımları adeta durma noktasına gelmiş. Türkiye 40 milyona göre üretiyor ama 85 milyona dağıtıyor. Üstelik yukarıda vurguladığımız gibi bu dağıtım adaletli de değil. Ha bire büyüme rakamları şişiriliyor ama bölüşüm adaletinden hiç söz edilmiyor.
Çiftçi üretemiyor, esnaf kimi zaman siftah etmeden dükkanını kapatıyor. Türkiye faiz, döviz, enflasyon sarmalından bir türlü çıkamıyor. Hayat pahalılığı almış başını gidiyor. Eğitim yoluyla dindar ve kindar nesillerin yetiştirileceğinden bahsediliyor. Kadınlar için nefes borusu işlevini gören İstanbul sözleşmesi ortadan kaldırıldı. Tolum hiçbir dönemde olmadığı kadar adeta ortadan bölünmüş durumda.
Kürt sorunu 20 yıl çözülüyormuş gibi yapıldı ama çözülemedi, sonra da gerçeğe gözlerini kapatıp böyle bir sorun yok diyor iktidar. Oysa birçok sorunun kaynağı bu sorundur. Bu sorun demokratikleşmenin önündeki en büyük engeldir. Demokrasiyi gerçek anlamda istemeyenler sorunun çözülmesini de istemiyorlar. Çünkü bu sorundan besleniyorlar. Sorundan beslenenler demokratik özgürlükçü bir düzenden hazzetmeyenler bu sorunu devam etmesini istiyorlar. Alevilerim sorunları 20 yıldır çözülmedi şimdi seçime beş kala bu alanda kimi atraksiyonlar ne kadar inandırıcı olabilir. Muhafazakâr baş örtüsü sorunu hala bir yasal güvenceye kavuşturulmuş değil.
Sonuç
Sonuç olarak yukarıda AKP iktidarının kısa bir özetini verdik. Kendi doğrularıyla iktidara geldiler şimdi işledikleri yanlışlardan ötürü iktidardan gidecekler. Diğer bir deyişle değiştik diyerek iktidara gelenler sözlerinde durmayıp çıkarları yönünde değiştikleri için iktidardan gitmek üzereler, meğerki muhalefet önemli bir yanlış yapmazsa. Dolaysıyla öyle de olsa böyle de olsa bu seçimin odak noktası değişim olacak. Peki değişim nasıl olacak? Bu da başka bir yazının konusu.
Bu iktidar 20 yıldır Türkiye'yi yönetiyor. İktidara geldiği gün ile bugün arasında en ufak bir benzerlik yok artık. Birkaç hatırlatma ne demek istediğimizi açıklığa kavuşturacaktır:
AKP'yi kuranlar "Yenilikçiler" adı altında Refahtan koparak geldiler ve ilk seçimde iktidar oldular. Peki nasıl? Bu ekip ana damardan koparken iktidar yolunun refaha kapalı olduğunu iyice kavramıştı. Geldikleri kök ve hat üzerinden devam ederlerse iktidar olamayacaklarını gördüler. Levra sekülerizmi büyük oranda içselleştirmiş bir toplumda ve laiklik ilkesine sıkı sıkıya bağlı olan devlet katında gerekli meşruiyete sahip değillerdi. Çünkü liderleri Erbakan, serbest piyasayı adeta recmederek İslam Dinarından bahsediyor, Avrupa Birliğine Hristiyan Kulübü ilan ederek kökten karşı çıkıyor, Millî Görüşçü olduklarını söyleyerek demokrasiyi adata es geçiyordu. Hatta Avrupa Birliğini dini kaygılarla düşman ilan ediyor ve daha da önemlisi siyasal İslami yönetimi ima ederek demokrasinin kendileri için bir ara durak olduğunu söylüyordu.
Bu söyleme toplumun yanı sıra, ordu başta olmak üzere devletin çarkını döndüren kurumların cevaz vermeyeceği aşikardı. Bu yüzden bir kez hariç yıllarca % 5-7 bandında dönüp durdular. İşte bunu gören Erdoğan ve arkadaşları "Yenilikçilik" adı altında atağa geçip partiden ayrıldılar. "Yenilikçiler" denilen troyka sadece yenilikçi değil aynı zamanda pragmatiktiler. Daha sonra birçok konuda öyle olmadıkları bugün artık iyice anlaşılsa bile o zaman sureti haktan görünerek değiştiklerini söylediler ve Erbakan Hareketinden radikal bir kopuş yaşadılar.
"Yenilikçilerin" kopuşu
Evet, bu sadece bir ayrılma değil kökten bir kopuştu, daha doğrusu topluma deklere ettikleri buydu. Nasıl mı? Söz gelimi Erbakan'ın Hristiyan Kulübü dediği Avrupa Birliği için onlar Hristiyan kulübü değil, AB değerler manzumesidir diye ortaya çıktılar. Hatta daha ileri giderek Türkiye'yi AB'ye biz sokacağız dediler. (2004 yılında AB ile müzakerelerin başlaması sonrası döndükleri Ankara'da gündüz gözüyle patlattıkları çata patları hatırlayın.)
Sonra en önemli kopuşu çizgi değiştirdiklerini ilan ederek yaptılar: Millî Görüş gömleğini çıkarıp attık ve Erbakan'ın aksine demokrasi bizim araç değil amaçtır dediler. Dış ilişkiler ve ideolojik planda bunları söyledikten sonra iş alemini, toplumu yakından ilgilendiren ekonomi alanında da radikal bir kopuşu dile getirdiler. Erbakan'ın İslam dinarı ve faiz rubadır söylemine karşı onlar tam tersine biz serbest piyasa düzenini savunuyoruz ve sürdüreceğiz dediler.
Dikkat ederseniz değiştik dedikleri konular hem dışarıya hem içerdeki bürokrasiye ve belli kesimlere güvence vermeye dönük akıllıca planlanmış söylemlerdi.
Peki bununla neyi başardılar? Bu söylemlerle hem AB'nin desteğini aldılar hem de içerdeki kuşkuları azalttılar. AB'den aldıkları destekle içerdeki meşruiyetlerini güçlendirdiler. Daha da önemlisi Türkiye'yi küresel ekonomiye eklemleyeceğiz diyerek AB ile birlikte ABD'ye şirin mesajlar verip destek (ve hatta onaylarını) aldılar ve öyle iktidara yürüdüler. Sadece o da değil, asıl Batıyı rahatlatan şey o günün konjonktürü ve koşullarında İslami tandansları konusunda verdikleri güvenceydi. Siyasal İslamcı olmadıklarını, demokrasinin kendileri için araç değil amaç olduğunu, siyasal İslam'dan batının istediği ılımlı İslam'a evirildiklerini çeşitli biçimlerde dile getirip bu konuda güvence isteyenlere güvence verdiler onlara kuşkuyla bakanları inandırdılar.
Sonra içeri dönüp, topluma şunu söylediler, ülkeyi çoğulcu ve katılımcı bir anlayışla özgürlükçü bir biçimde birlikte yöneteceğiz dediler. Bu o günün koşullarında verilecek en önemli güvenceydi. Böylece hem içeriyi hem dışarıyı büyük oranda inandırdılar. Başta ABD olmak üzere dışarının desteğini aldılar, içerde de artık yönetemez duruma düşmüş iktidar kliğinden bıkan halkın üçte birinin teveccühüne mazhar olup 2002 seçimlerinde %34 ile %65 milletvekili çıkararak iktidara geldiler.
İlk iktidarlarındaki icraatlar
İktidarlarının ilk döneminde topluma çeşitli konularda umut aşılayıp güvenceler vermeye devam ettikten sonra, yoksullukla, yolsuzluklarla ve yasaklarla mücadele edeceklerini söyleyerek seçim üstüne seçim kazandılar. Mevcut düzenden toplumun memnun olamadığını statükoyu değiştireceklerini ileri sürdüler. Böylece yeni müttefikler kazandılar.
Toplumun önemli bir kesimini ikna ettikleri ve söylemlerine inandırdıkları için ikinci seçimi daha yüksek bir oyla aldılar. Sonraki yıllarda Türkiye'nin kadim sorunlarına el attılar. Kürt sorununu, alevi sorununu, işsizliği, dezavantajlıların sorunlarını çözeceklerini söyleyerek ittifaklarını genişlettiler. Düşünce özgürlüğü söylemleri ve ilk zamanlardaki AB müktesebatı yolunda attıkları adımlar demokratların, liberallerin hatta kimi solcuların bile ilgisini hatta taktirini topladı.
2011 seçimlerinden sonra her koşulda kazandıklarını görünce, güç zehirlenmesiyle yavaş yavaş asıllarına rücu etmeye, daha önce ne söyledilerse tersini yapmaya başladılar. Güç zehirlemesi başlayınca her şey tepe taklak olmaya başladı ve işler tersine döndü. Aradan geçen 20 yıllık hikâyeyi herkes biliyor artık.
Suriye kaosu
Suriye'nin iç işlerine karışarak kendilerine göre dizayn etmeye çalıştılar. Ortadoğu'da başlayan ihvan alaborasına kapılıp Ne Osmanlıcığı yöneldiklerinde Ilımlı İslam'ı artık unutmuş ya da terk etmişlerdi. Siyasal İslami anlayışla Ortadoğu Müslümanlarının lideri (halifesi) olmaya soyunan lider Tunus, Libya, Mısır'dan sonra sıranın Suriye geldiğini düşünerek bu ülkenin iç işlerine müdahale etiller. İran, Irak ve Suriye Şii yayına karşı Türkiye, Mısır Arabistan Sünni yayı ile sonuç almaya çalıştılar. Onalar göre bu durumda kendilerine göre tek engel kalmıştı, o da Suriye idi. Amerika'nın da müdahil olmasıyla Suriye'de sonradan iç savaşa evrilen karmaşayı kışkırttılar, radikal İslami örgütleri destekleyip buna geçit vermeyen Suriye'de bugünkü ortamın oluşmasına neden oldular.
İçerdeki değişim
Dışarda bunları yaparken içerde ise değiştirmeye geldikleri düzenle bütünleşip değiştiler. Şöyle bir bakın ne görecekseniz? İktidara gelirken birlikte yöneteceğiz diyenler bugün ülkeyi tamamen tek adam rejimine mahkûm etmiş durumdalar. Faiz söz konusu olduğunda Nastan bahsediyorlar artık. Tekrar milli ve yerli söylemi ile Millî Görüşlülüğe geri döndüler.
İktidarın ilk yıllarında kendilerini yenilikçi ilan ederek koptukları Refah Partisinin aksine Avrupa Birliği Hristiyan kulübü değil diyorlardı, bugün ise gelinen noktada AB'den uzaklaşılmış Şangay'ın otokratik yapısına girmek için büyük tavizler veriyorlar ve AB'nin Hristiyanların birliği olduğu için Müslümanları almadıklarını ileri sürüyorlar.
İktidara geldiklerinde "üç y" dedikleri yasaklar, yolsuzluklar ve yoksullukla mücadele edeceklerini söyleyenler, bugün her alanda yasakları diz boyu artırıp ayyuka çıkardılar. Bilindiği üzere en son çıkarılan sansür yasası ile yasakların üstüne tüy dikildi. Halkın iradesi hiçe sayılarak seçimle gelen başkanalar görevden alındı, yerlerine kayyumlar atandı. Kendileri bir dönem aynı dertten mustarip AKP döneminde bugün partiler kapatılmaya çalışılıyor, Türkiye'nin altına imza attığı AHİM kararları ihlal ediliyor, aydınlar, siyasetçiler, gazeteciler iktidara muhalefet ettiği için zorlama gerekçelerle tutuklanıyor.
Hatırlayın, yolsuzlukların kökünü kazıyacağız diyerek iktidara geldiler. Bugün yolsuzluklar tavan yapmış durumda, Türkiye bu alanda her gün bir rezalete uyanıyor. Bakanlar, kendi şirketlerinin ürünlerini yönettikleri bakanlığa satıyor, bazı milletvekilleri kurdukları organizasyonlarla han hamam otel sahibi oluyor, organize suç örgütlerinden dolar üzerinden her ay para alanlar ifşa ediliyor, beşli çete denilen gruba Türkiye'deki ihalelerden en büyük pay veriliyor.
Kısacası devlet yönetilmesi gereken bir aygıttan çıkarılarak paylaşılması gereken bit ganimete dönüştürülmüş durumda. Bu minvalde siyaset adeta zenginleşmenin aracı haline getirildi. Birileri semirirken halk ha bire yoksullaşıyor. Bir tek örnek her şeyi açıklamaya yeter: İktidara geldiklerinde dolar 2 küsür lira iken bugün dolar bunun on katı yükselerek 20 liraya dayandı. Aynı durum işsizlik, yoksulluk, zam ve pahalılık verilerinde de söz konusu.
Bölüşüm adaleti yok oldu
Gelir dağılımı iyice bozuldu, ekonomik kriz buhrana evrilmiş durumda. Orta sınıf iyice eridi. Artık zenginler ve yoksulların olduğu bir ikili sınıfsal yapıya evrildi Türkiye. Yukarıdaki en zengin %20'lik kesim milli gelirden %60 pay alırken aşağıdaki %20'lik yoksul kesim milli gelirden sadece %4 küsurluk pay alabiliyor. Aradaki uçurum azalacağına gittikçe artıyor. Toplumun yarıya yakını yoksulluk, onun da yarısına yakını açlık sınırında geziniyor. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlik toplumu isyan noktasına getirmiş durumda.
İşsizlik had safhada: Ülkede çalışma yaşında olan 60 milyon nüfustan sadece 21 milyonu çalışabiliyor. İnşaat ekonomisi fiyat istikrasızlığı nedeniyle kilitlendi. Son olarak seçime 7 ay kala açıklanan ve tamamen seçime yönelik olduğu anlaşılan sosyal konut projesinin bu durumda akıbeti belirsiz duruyor. Hukuktaki istikrarsızlık, ülkeye duyulan güveni törpülüyor. O yüzden üretime dönük sabit sermaye yatırımları adeta durma noktasına gelmiş. Türkiye 40 milyona göre üretiyor ama 85 milyona dağıtıyor. Üstelik yukarıda vurguladığımız gibi bu dağıtım adaletli de değil. Ha bire büyüme rakamları şişiriliyor ama bölüşüm adaletinden hiç söz edilmiyor.
Çiftçi üretemiyor, esnaf kimi zaman siftah etmeden dükkanını kapatıyor. Türkiye faiz, döviz, enflasyon sarmalından bir türlü çıkamıyor. Hayat pahalılığı almış başını gidiyor. Eğitim yoluyla dindar ve kindar nesillerin yetiştirileceğinden bahsediliyor. Kadınlar için nefes borusu işlevini gören İstanbul sözleşmesi ortadan kaldırıldı. Tolum hiçbir dönemde olmadığı kadar adeta ortadan bölünmüş durumda.
Kürt sorunu 20 yıl çözülüyormuş gibi yapıldı ama çözülemedi, sonra da gerçeğe gözlerini kapatıp böyle bir sorun yok diyor iktidar. Oysa birçok sorunun kaynağı bu sorundur. Bu sorun demokratikleşmenin önündeki en büyük engeldir. Demokrasiyi gerçek anlamda istemeyenler sorunun çözülmesini de istemiyorlar. Çünkü bu sorundan besleniyorlar. Sorundan beslenenler demokratik özgürlükçü bir düzenden hazzetmeyenler bu sorunu devam etmesini istiyorlar. Alevilerim sorunları 20 yıldır çözülmedi şimdi seçime beş kala bu alanda kimi atraksiyonlar ne kadar inandırıcı olabilir. Muhafazakâr baş örtüsü sorunu hala bir yasal güvenceye kavuşturulmuş değil.
Sonuç
Sonuç olarak yukarıda AKP iktidarının kısa bir özetini verdik. Kendi doğrularıyla iktidara geldiler şimdi işledikleri yanlışlardan ötürü iktidardan gidecekler. Diğer bir deyişle değiştik diyerek iktidara gelenler sözlerinde durmayıp çıkarları yönünde değiştikleri için iktidardan gitmek üzereler, meğerki muhalefet önemli bir yanlış yapmazsa. Dolaysıyla öyle de olsa böyle de olsa bu seçimin odak noktası değişim olacak. Peki değişim nasıl olacak? Bu da başka bir yazının konusu.