"Dünyaya Neden Batı Hükmediyor(şimdilik)" isimli bir kitap okumuştum. Kitap yüzlerce sayfada bu soruya cevap arıyordu. Ama kendime 'bir cümle ile sen ne anladın bu kitaptan' diye sorduğumda bulduğum cevap 'kurumlar ve kurallar' oldu.
Biz bugün tarihi bir seçime gidiyoruz. Seçimi tarihi yapan şey ise bir sistem değişikliği talebi. Bu seçim bütün ideolojilerden ve kimliklerden bağımsız olarak bir sistem seçimi. Türkiye'yi kim yönetecek değil ne yönetecek, hangi anlayış yönetecek seçimi. Meri sisteme karşı çıkanların "Terk adam rejimi" şeklinde tanımladıkları sisteme alternatif olarak 6 adam sistemini, ya da 600 adam sistemini savunuyormuş durumunda görünmeleri bile bir sorun. Ancak " İktidar ve çevresi tarafından maruz kaldıkları, "Adayınız Kim" sorusunun ardından yaşadıkları kaos görüntüsü çok daha büyük sorun.
Oysa Türkiye'nin içinde bulunduğu böyle bir durumda toplumu 'adayımız adalet, adayımız adil gelir dağılımı, adayımız eğitimde, sağlıkta fırsat eşitliği, adayımız istihdam' söylemlerine çoktan ikna etmiş olmaları gerekiyordu, ama olmadı.
Kendi kurumlarına ve kurallarına inanmayan bir toplum, inanacak bir isim arıyor ne hazin. Bu arayışın bin yıllık devlet geleneğimizdeki meşveret kültürüne ve yüz yıllık demokrasi deneyimimize rağmen olması hele de.
Devamlı verilen bir örnektir. "Batıda seçimlere katılım oranı düşük" diye bir cümle doğudur da. İşin garibi aklı başında insanlar bunu doğru da yorumlar, 'Çünkü batıda seçilenin kim olduğu çok da önemli değildir. Devleti kurumlar ve kurallar yönetir". Ama aynı aklı başında adamlar bizdeki seçimlerin ardından katılımın çokluğunu demokrasi ölçütü olarak ortaya koyarlar.
Oysa bizde seçimler bir çeşit müsabakadır, kazananın her şeyi aldığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği bir müsabaka. Demokrasinin matematik tarafı işler bizde ruhu yoktur. 49'un 51'e karşı hukukunu tesis etmek değil 51'in 49'a olan tahakkümüdür biz de demokrasi. BU öylesine kanıksanmış bir durumdur ki bugün sistem oylaması haline gelmiş bir seçimde bile insanlar bu bilinç vasatından hareket ettiklerinden değişecek sistemi değil, hangi sistem de olursa olsun onu kimin ya da kimlerin yöneteceğiyle ilgileniyorlar.
Bu ilginin temel sebeplerinden birisi asla ortadan kaldırılamaz olmakla birlikte önemsiz hale getirilebilir olan kimlik ve ideoloji siyaseti. Herkese eşit olarak uygulanan kurallar ve herkese eşit mesafede duracak olan kurumlar bu meseleyi önemsiz bir hale getirebilir. Fikriniz ne olursa olsun aidiyetiniz nereye olursa olsun, devlet ve yasalar karşısında eşit olduğunuzu fark ettiğinizde bunun önemi kalmaz. Muhalefetin bugün bunu uygulama gücü olmasa da belediyeler üzerinden ve kişisel davranışları üzerinden ikna etme gücü vardır.
İkinci sebep de birincisinden doğan ve aynı yöntemlerle tamamen ortadan kaldırılabilecek bir sebeptir. Seçimi kazanın her şeyi kazanacağı kaybedenin her şeyi kaybedeceği fikri. Hayatımızı 4-5 yılda bir yapılan seçimlere endekslemiş olmamız. Seçim kazanıp devletin yönetimini belli sınırlar dahilinde üstlenmiş olmakla, devleti sınırsız bir güçle ele geçirmiş olmak arasındaki fark. Muhalefet bu farkı insanlara anlatmak zorunda. İktidar ve mensuplarının, devlet olmadığını, vatan olmadığını, din olmadığını anlatmak zorunda.
Son ve en önemli sebep ise yüzyıllara sari devlet geleneğimize rağmen kahramanlara olan eksilmez inancımız. Bu inancın yanlış olduğunu çok iyi bilen muhalefet bileşenleri dahi, seçimin kazanılma ihtimali arttıkça halkın bu beklentisine cevap verme ihtiyacını daha çok duymaya başladılar.
Oysa bu konjonktürde muhalefet şu an kendisine meyleden seçmene, "Kimi aday gösterirseniz gösterin oy vereceğim" dedirtebilmeliydi. Ama olmadı ve muhalefette genel olarak yaşanan iktidar söylemini kabul etme hali burada da kendini gösterdi. Bu genel hale başka bir yazıda değinebiliriz ama bugün özelinde bahsettiğim şey, "Hala adayları belli değil" söyleminin içine düşmüş muhalif mahalle. Elbette bu söyleme destek verir şekilde dizayn olmaktan kurtulamamış ve her yeni gün bu söylemi besleyecek başka bir malzeme ile ortaya çıkan muhalif siyasetin de burada çok büyük bir etkisi var.
Altılı masa bana baştan bir ortak aday belirleme misyonu taşımamalıydı. Bugün Türkiye'nin en son meselesinin muhalefetin adayının kim olduğu meselesi olması bile gerekmiyordu. Ama ülke de ne zaman sular biraz durulsa ve siyaset kendi içine dönüp bakmaya zaman bulsa konu buraya geliyor. Bir ülkeyi kim ve/veya kimler hangi kanunlarla yönetirse yönetsin, o kanunlar herkes için eşit hazırlanmış ve herkes için eşit uygulanıyorsa. Kurumlar kendilerini siyasetin etkisinden emin hissediyorlarsa sorun yoktur. Aksi takdirde tek adamı değiştirerek, ya da tek adamdan birkaç adama geçiş sağlanarak memlekette oluşacak iyileşmeler sadece bir süreliğinedir. Sonra geçer
Biz bugün tarihi bir seçime gidiyoruz. Seçimi tarihi yapan şey ise bir sistem değişikliği talebi. Bu seçim bütün ideolojilerden ve kimliklerden bağımsız olarak bir sistem seçimi. Türkiye'yi kim yönetecek değil ne yönetecek, hangi anlayış yönetecek seçimi. Meri sisteme karşı çıkanların "Terk adam rejimi" şeklinde tanımladıkları sisteme alternatif olarak 6 adam sistemini, ya da 600 adam sistemini savunuyormuş durumunda görünmeleri bile bir sorun. Ancak " İktidar ve çevresi tarafından maruz kaldıkları, "Adayınız Kim" sorusunun ardından yaşadıkları kaos görüntüsü çok daha büyük sorun.
Oysa Türkiye'nin içinde bulunduğu böyle bir durumda toplumu 'adayımız adalet, adayımız adil gelir dağılımı, adayımız eğitimde, sağlıkta fırsat eşitliği, adayımız istihdam' söylemlerine çoktan ikna etmiş olmaları gerekiyordu, ama olmadı.
Kendi kurumlarına ve kurallarına inanmayan bir toplum, inanacak bir isim arıyor ne hazin. Bu arayışın bin yıllık devlet geleneğimizdeki meşveret kültürüne ve yüz yıllık demokrasi deneyimimize rağmen olması hele de.
Devamlı verilen bir örnektir. "Batıda seçimlere katılım oranı düşük" diye bir cümle doğudur da. İşin garibi aklı başında insanlar bunu doğru da yorumlar, 'Çünkü batıda seçilenin kim olduğu çok da önemli değildir. Devleti kurumlar ve kurallar yönetir". Ama aynı aklı başında adamlar bizdeki seçimlerin ardından katılımın çokluğunu demokrasi ölçütü olarak ortaya koyarlar.
Oysa bizde seçimler bir çeşit müsabakadır, kazananın her şeyi aldığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği bir müsabaka. Demokrasinin matematik tarafı işler bizde ruhu yoktur. 49'un 51'e karşı hukukunu tesis etmek değil 51'in 49'a olan tahakkümüdür biz de demokrasi. BU öylesine kanıksanmış bir durumdur ki bugün sistem oylaması haline gelmiş bir seçimde bile insanlar bu bilinç vasatından hareket ettiklerinden değişecek sistemi değil, hangi sistem de olursa olsun onu kimin ya da kimlerin yöneteceğiyle ilgileniyorlar.
Bu ilginin temel sebeplerinden birisi asla ortadan kaldırılamaz olmakla birlikte önemsiz hale getirilebilir olan kimlik ve ideoloji siyaseti. Herkese eşit olarak uygulanan kurallar ve herkese eşit mesafede duracak olan kurumlar bu meseleyi önemsiz bir hale getirebilir. Fikriniz ne olursa olsun aidiyetiniz nereye olursa olsun, devlet ve yasalar karşısında eşit olduğunuzu fark ettiğinizde bunun önemi kalmaz. Muhalefetin bugün bunu uygulama gücü olmasa da belediyeler üzerinden ve kişisel davranışları üzerinden ikna etme gücü vardır.
İkinci sebep de birincisinden doğan ve aynı yöntemlerle tamamen ortadan kaldırılabilecek bir sebeptir. Seçimi kazanın her şeyi kazanacağı kaybedenin her şeyi kaybedeceği fikri. Hayatımızı 4-5 yılda bir yapılan seçimlere endekslemiş olmamız. Seçim kazanıp devletin yönetimini belli sınırlar dahilinde üstlenmiş olmakla, devleti sınırsız bir güçle ele geçirmiş olmak arasındaki fark. Muhalefet bu farkı insanlara anlatmak zorunda. İktidar ve mensuplarının, devlet olmadığını, vatan olmadığını, din olmadığını anlatmak zorunda.
Son ve en önemli sebep ise yüzyıllara sari devlet geleneğimize rağmen kahramanlara olan eksilmez inancımız. Bu inancın yanlış olduğunu çok iyi bilen muhalefet bileşenleri dahi, seçimin kazanılma ihtimali arttıkça halkın bu beklentisine cevap verme ihtiyacını daha çok duymaya başladılar.
Oysa bu konjonktürde muhalefet şu an kendisine meyleden seçmene, "Kimi aday gösterirseniz gösterin oy vereceğim" dedirtebilmeliydi. Ama olmadı ve muhalefette genel olarak yaşanan iktidar söylemini kabul etme hali burada da kendini gösterdi. Bu genel hale başka bir yazıda değinebiliriz ama bugün özelinde bahsettiğim şey, "Hala adayları belli değil" söyleminin içine düşmüş muhalif mahalle. Elbette bu söyleme destek verir şekilde dizayn olmaktan kurtulamamış ve her yeni gün bu söylemi besleyecek başka bir malzeme ile ortaya çıkan muhalif siyasetin de burada çok büyük bir etkisi var.
Altılı masa bana baştan bir ortak aday belirleme misyonu taşımamalıydı. Bugün Türkiye'nin en son meselesinin muhalefetin adayının kim olduğu meselesi olması bile gerekmiyordu. Ama ülke de ne zaman sular biraz durulsa ve siyaset kendi içine dönüp bakmaya zaman bulsa konu buraya geliyor. Bir ülkeyi kim ve/veya kimler hangi kanunlarla yönetirse yönetsin, o kanunlar herkes için eşit hazırlanmış ve herkes için eşit uygulanıyorsa. Kurumlar kendilerini siyasetin etkisinden emin hissediyorlarsa sorun yoktur. Aksi takdirde tek adamı değiştirerek, ya da tek adamdan birkaç adama geçiş sağlanarak memlekette oluşacak iyileşmeler sadece bir süreliğinedir. Sonra geçer