Sırbistan Başbakan Birinci Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı İvica Dacic, 26 Ocak'ta resmi bir ziyaret için Ankara'ya geldi. Dacic, Mevlut Çavuşoğlu ile ortak basın toplantısında, "AB bize baskı yapıyor. Bizden Tük vatandaşlarına tekrar vize uygulamamızı istiyor. Biz bunu reddettik..."dedi. Dacic'in bu sözleri beni 12 yıl önceye, Türkiye'nin Belgrad Büyükelçisi olduğum 2010 yılına götürdü.
O tarihte Başbakan olan Erdoğan, Sırbistan'a resmi bir ziyarette bulunacaktı. Başbakanlar bir ülkeye laf olsun diye gitmezler. Ziyaretin mutlaka bir nedeni, daha da önemlisi bir getirisi olmalıdır. Her ne kadar Erdoğan bu kurala pek uymasa da, devleti temsil eden bir büyükelçinin buna özen göstermesi gerekir. Başbakan ziyaretten eli boş dönmemelidir.
İki ülke ilişkilerinin Kosova nedeniyle kopma noktasına geldiği bir dönemde devraldığım görevim sırasında ilişkiler, cumhurbaşkanları Gül ve Tadiç'in ifadesiyle "tarihteki en üst düzeyine çıkmıştı." Yıllardır bekleyen, Serbest Ticaret Anlaşması, TİKA ve benzeri bütün anlaşmalar imzalanmış, geriye sadece Vize Muafiyeti Anlaşması kalmıştı. Bu duyarlı bir konu idi.
Türkiye Cumhuriyeti ile Yugoslavya arasındaki Vize Muafiyeti Anlaşması, Yugoslavya'nın dağıldığı 1992 yılında, Türkiye'nin o dönemde izlediği politikaya tepki olarak Cumhurbaşkanı Miloseviç tarafından feshedilmişti. 18 yıldır iki ülke vatandaşlarına vize uygulanıyordu. Yeni bir anlaşma yapılabilmesi, 2010 yılında Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı olan Dacic'in onayına bağlıydı. Dacic ise Miloseviç'in partisi ve koalisyon ortağı Sosyalist Parti'nin başkanı idi.
Dacic ile dostluğum vardı. Kalkıp gittim. Birer "kava-kahve" içecek kadar sürede, iki ülkenin vatandaşlarına karşılıklı olarak vizenin kaldırılması üzerinde anlaştık. Anlaşma Erdoğan'ın ziyareti sırasında, 12 Temmuz 2010 tarihinde, Dışişleri Bakanları Davutoğlu ve Jeremic tarafından imzalandı, 3 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girdi. İşte Dacic'in, AB'nin kaldırılması için baskı yaptığını söylediği anlaşmanın kısa hikâyesi budur.
Aslında bu kadar kolay olmadı. Gariptir, sıkıntı Sırp tarafından değil, Ankara'daki bir meslektaşımdan geldi. Müsteşar yardımcı düzeyindeki bu meslektaşım, vize muafiyeti anlaşmasının, Sırbistan'ın AB ile ilişkilerinde sorun yaratabileceğini düşünmüş ve bu düşüncesini kanıtlamak için bazı girişimlerde bile bulunmuş. Neyse ki, bunu öğrenince telefonla konuştuğum zamanın Dışişleri Müsteşarı, dostum Feridun Sinirlioğlu ve Bakan Davutoğlu bu meslektaşımın görüşüne itibar etmeyip, bana destek oldular. Büyükelçilik kolay iş değildir. Çoğu kez kendi meslektaşlarınla, hükümetinle uğraşmak daha çok zaman alır ve yabancılarla uğraşmaktan daha da zordur.
Dacic'in sözlerine dönersek; AB, Türkiye ile Sırbistan'ın iyi ve yakın ilişkiler içinde olmasından rahatsız olur. Ben buna Belgrad'da bizzat yaşayarak, üstelik birden çok kez tanık oldum. O kadar ki, Belgrad Büyükelçisi olduğum dönemde giderek gelişen Türkye-Sırbistan ilişkilerini yakından izleyen AB'nin üst düzey yetkilisi Robert Cooper'ın Sırbistan Dışişleri Bakanı Vuk Jeremiç'e, "Türklerle nasıl bu kadar iyi ilişki içinde olabiliyorsunuz?" diye sorduğunu, Jeremiç'in de, "sizin bunu anlayabilmeniz için bizimle 500 yıl bir arada yaşamanız lazım." yanıtını verdiğini bizzat Jeremiç bana anlatmıştı. *
BELGRAD. 500 YIL SONRA. Süha UMAR. Boyut Yayınları
O tarihte Başbakan olan Erdoğan, Sırbistan'a resmi bir ziyarette bulunacaktı. Başbakanlar bir ülkeye laf olsun diye gitmezler. Ziyaretin mutlaka bir nedeni, daha da önemlisi bir getirisi olmalıdır. Her ne kadar Erdoğan bu kurala pek uymasa da, devleti temsil eden bir büyükelçinin buna özen göstermesi gerekir. Başbakan ziyaretten eli boş dönmemelidir.
İki ülke ilişkilerinin Kosova nedeniyle kopma noktasına geldiği bir dönemde devraldığım görevim sırasında ilişkiler, cumhurbaşkanları Gül ve Tadiç'in ifadesiyle "tarihteki en üst düzeyine çıkmıştı." Yıllardır bekleyen, Serbest Ticaret Anlaşması, TİKA ve benzeri bütün anlaşmalar imzalanmış, geriye sadece Vize Muafiyeti Anlaşması kalmıştı. Bu duyarlı bir konu idi.
Türkiye Cumhuriyeti ile Yugoslavya arasındaki Vize Muafiyeti Anlaşması, Yugoslavya'nın dağıldığı 1992 yılında, Türkiye'nin o dönemde izlediği politikaya tepki olarak Cumhurbaşkanı Miloseviç tarafından feshedilmişti. 18 yıldır iki ülke vatandaşlarına vize uygulanıyordu. Yeni bir anlaşma yapılabilmesi, 2010 yılında Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı olan Dacic'in onayına bağlıydı. Dacic ise Miloseviç'in partisi ve koalisyon ortağı Sosyalist Parti'nin başkanı idi.
Dacic ile dostluğum vardı. Kalkıp gittim. Birer "kava-kahve" içecek kadar sürede, iki ülkenin vatandaşlarına karşılıklı olarak vizenin kaldırılması üzerinde anlaştık. Anlaşma Erdoğan'ın ziyareti sırasında, 12 Temmuz 2010 tarihinde, Dışişleri Bakanları Davutoğlu ve Jeremic tarafından imzalandı, 3 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girdi. İşte Dacic'in, AB'nin kaldırılması için baskı yaptığını söylediği anlaşmanın kısa hikâyesi budur.
Aslında bu kadar kolay olmadı. Gariptir, sıkıntı Sırp tarafından değil, Ankara'daki bir meslektaşımdan geldi. Müsteşar yardımcı düzeyindeki bu meslektaşım, vize muafiyeti anlaşmasının, Sırbistan'ın AB ile ilişkilerinde sorun yaratabileceğini düşünmüş ve bu düşüncesini kanıtlamak için bazı girişimlerde bile bulunmuş. Neyse ki, bunu öğrenince telefonla konuştuğum zamanın Dışişleri Müsteşarı, dostum Feridun Sinirlioğlu ve Bakan Davutoğlu bu meslektaşımın görüşüne itibar etmeyip, bana destek oldular. Büyükelçilik kolay iş değildir. Çoğu kez kendi meslektaşlarınla, hükümetinle uğraşmak daha çok zaman alır ve yabancılarla uğraşmaktan daha da zordur.
Dacic'in sözlerine dönersek; AB, Türkiye ile Sırbistan'ın iyi ve yakın ilişkiler içinde olmasından rahatsız olur. Ben buna Belgrad'da bizzat yaşayarak, üstelik birden çok kez tanık oldum. O kadar ki, Belgrad Büyükelçisi olduğum dönemde giderek gelişen Türkye-Sırbistan ilişkilerini yakından izleyen AB'nin üst düzey yetkilisi Robert Cooper'ın Sırbistan Dışişleri Bakanı Vuk Jeremiç'e, "Türklerle nasıl bu kadar iyi ilişki içinde olabiliyorsunuz?" diye sorduğunu, Jeremiç'in de, "sizin bunu anlayabilmeniz için bizimle 500 yıl bir arada yaşamanız lazım." yanıtını verdiğini bizzat Jeremiç bana anlatmıştı. *
BELGRAD. 500 YIL SONRA. Süha UMAR. Boyut Yayınları