Kuşkusuz yakın geçmişteki seçim dönemlerinde de medyanın siyasi iktidarın propaganda kampanyasının bir parçası haline geldiğini görmüştük. Ama medya eliyle yapılan abartmanın, yalanın, düşmanlaştırmanın, bilgi karartılmasının bu boyutlara ulaştığına tanık olmamıştık.
Gazeteciliğin politik yandaşlık gözlüğüyle yapılması halinde ne kadar vahim sonuçlar doğurabileceğinin en çarpıcı örneği, Erzurum'daki saldırı haberleriydi. Ekrem İmamoğlu ve otobüsün önünde onu dinleyenlere taş yağdıranlara polisin uzun süre müdahale etmediği görüntülerde açıkça görülüyordu. İktidar medyası, saldırıyı eleştirmek bir yana iktidar mensuplarının dilini aynen tekrarlayarak, saldırıya uğrayanları suçlayan haberler yayımladı.
İlk gün Akşam ve Türkiye, CHP ve İmamoğlu'nu "provokasyon" ile suçladılar. Yeni Şafak ise daha ileri giderek "CHP'liler arasında yer alan bazı gruplar vatandaşa böyle taş yağdırdı" diye yazdı. Ancak Yeni Şafak ertesi gün fikir değiştirerek, olayı bu kez "İmamoğlu'nun otobüsüne taş atılması" olarak tanımladı; "Provokasyonda FETÖ izi çıktı" manşetinde "istihbaratta görevli uzman çavuş Muhammed Akif K.'nın gözaltına alındığını" yazdı.
Milli Savunma Bakanlığı, o uzman çavuşun FETÖ suçlamasından aklandığını açıklayınca Yeni Şafak bir kez daha çark etti; yeniden "Provokasyonu İmamoğlu yapıyor"a döndü. Tabii gözaltına alınan "istihbaratçı bir asker"in saldırıya karışmasını, polisin saldırıya müdahale etmemesini, siyasi iktidarın rolünü hiç sorgulamadılar. Gazeteciliğin sefaletiydi doğrusu.
İktidar medyasının, AKP'nin yalan ve abartmalarına katkıda bulunmasının bir örneği de İstanbul mitingiydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, mitingde "Resmi rakam 1 milyon 700 bin alanda katılım var" dedi. Elbette Akşam, Hürriyet, Sabah, Milliyet, Yeni Şafak gibi iktidar medyası hemen bu sayıyı "gerçek" kabul etti; öyle yayımladı. Hatta Türkiye gazetesi Erdoğan'ın söylediğini biraz daha artırarak "Sadece alanda 2 milyona yakın insan vardı" haberi yaptı.
Aslında 1.7 milyon kişinin o alana sığması fiziken mümkün değildi. Ama Teyit'in
Ama iktidar medyası, bizzat Erdoğan'ın, Kılıçdaroğlu'nun reklam klibine PKK yöneticisi Murat Karayılan'ın montajlandığı görüntüyü dev ekrandan göstermesinden hiç söz etmedi. Bu sahteciliği sadece eleştirel medya yazdı. Erdoğan, Kılıçdaroğlu hakkında çarpıtılmış kupür gösterdiğinde, Kılıçdaroğlu'nun henüz yapmadığı Aydın mitingine katılanların sayısını söylediğinde, açılmayan Şehir Hastanesi'ni övdüğünde de iktidar medyası otosansürü sürdürdü.
Muhaliflere saldırılar, sahte CHP broşürü dağıtılması vakalarında da karartmayı tercih eden iktidar medyasındaki bazı yazarlar da yalana, çarpıtmaya ve düşmanlaştırmaya ortaklık etti.
Bu arada muhalif medyadan da "Millet İttifakı"nın kimi yanlışlarını görmezden gelme örnekleri sergilendiğini vurgulamak gerek. Özellikle kavga ve saldırı haberlerini taraflı aktarma örnekleri görüldü. Gaziantep'te iki taraf arasında kavga olduğunda muhalif medya CHP'li üç gencin yaralandığını, iktidar medyası da AKP'li iki kişinin yaralandığını yazdı.
Umarım yeni dönemde gazeteciler artık düşmanlaştırmaya, yalana ve propagandaya aracı olmaktan vazgeçer, asıl işlevine geri döner. Umarım böyle bir kampanya dönemi de bir daha hiçbir seçimde yaşanmaz.
O kasetin asıl işlevi
Muharrem İnce, cumhurbaşkanı adaylığından çekilirken "Savcı görevini yapmıyor, gazeteciler yazmıyor, yazanlar da FETÖ'cülerin ortağı gibi yazıyor" yakınmasında bulundu.
Oysa tam da gazetecilerin yazmaması gereken konulardı başına gelenler. Sahte dekontları ve sahte videoları yazmak, yaymak anlamına gelecekti. O yüzden gazetecilerin yapması gereken içeriğini yaymadan eleştirmek, sahteciliği duyurmaktı. O da yapıldı medyada.
Gazeteci bırakın bir politikacıyı, hiç kimsenin haksız yere suçlanmasına aracı olmamalı. Fakat Yeni Şafak gibi bir gazete, İnce haberlerinin yanına "Akşener'in dönüşü de kuşkulu" başlıklı haber koyup imalarda bulunarak Meral Akşener'i karalamaya çalıştı. Akşener'in kadın olmasını da kullanan, cinsiyetçi ve gazetecilik dışı bir yaklaşımdı yaptığı.
AKP medyasının İnce'nin çekilmesinden "2. kaset darbesi" gibi başlıklarla CHP'yi ve Kılıçdaroğlu'nu sorumlu tutması da gazetecilik değil AKP'nin seçim propagandasına katkı çabasıydı. Zira "sosyal medya manipülasyonu araştırmacısı" Tuğrulcan Elmas, İnce ile ilgili o görüntüyü yayan sosyal medya hesabının bir süredir iktidar aleyhine videolar paylaşan Ali Yeşildağ ile ilgisinin olmadığını, "o hesabın geçmişte AKP'li trollerce kullanıldığını"
Ayrıca İnce, adaylıktan o sahte görüntüler nedeniyle çekilmediğini söyledi. Üstelik bu görüntünün tedavüle çıkarılmasının Yeşildağ'ın, Tayyip Erdoğan ve Mehdi Eker hakkında ortaya attığı yolsuzluk iddialarının üzerinin örtülmesini sağladığı da ortada. Gazeteciler, o görüntüleri yayanlarla ilgili soruşturmanın peşine bırakmamalı, gerçek mutlaka açığa çıkarılmalı.
MSB neyi yalanladı?
Milli Savunma Bakanlığı'nın açıklamasında, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçimle ilişkilendirilmesi personelinin emeğine saygısızlıktır" deniliyor ama kimin, hangi haberin TSK'yı seçimle ilişkilendirdiği belirtilmiyordu. Hedefi belirsiz bir açıklamaydı.
O gün, TSK ile ilgili iki haber dolaşıma girmişti medyada. Birincisi, CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, İçişleri Bakanlığı'nın TSK zırhlı araç ve personelinin, valilerce "gerek görülmesi" halinde kullanılmak üzere seçim günü hazır bulundurulmasını istediğini öne sürmüştü. İkincisi de gazeteci Barış Terkoğlu'nun "Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın Kılıçdaroğlu'na karşı dava açma isteğini reddeden kuvvet komutanlarını Erdoğan'a şikayet ettiği" iddiasıydı.
MSB muhtemelen bu haberleri yalanlıyordu. Ama Akşam, Haber7, Habertürk, Hürriyet, Milliyet, NTV, İnternet Haber'in de aralarında olduğu birçok medya kuruluşu, MSB'nin bunları yalanladığı bilgisini eklemediler haberlerine. Açıklamayı biraz kısaltarak aynen verdiler.
O metni, neyin yalanlandığını yazmadan aktarmak okuru eksik bilgilendirmek anlamına gelir. Anlamsız bir sözcük kalabalığını yayımlamış oldular, o kadar. Böyle haber yazmak için gazeteci olmak da gerekmez. Eminim "Yapay zeka" daha iyi yayına hazırlar böyle metinleri.
Haftanın hanut gezileri
Şirketlerin gazetecileri yurtdışına götürüp ağırlayarak, karşılığında tanıtım yazıları yazdırma uygulaması geçen hafta da devam etti.
Polisan Holding, Akşam, Hürriyet, Türkiye ve Posta gazetelerinden isimleri Yunanistan'ın Volos kentine götürdü. Gazetecilere burada kurulan pet şişe dönüşüm fabrikası gezdirildi. Gezinin karşılığı Akşam, Hürriyet, Posta ve Türkiye'de "Avrupa'nın pet şişesini Türk şirket dönüştürüyor" benzeri başlıklar taşıyan geniş "haberler" (!) yayımlanmasıydı.
Türk Hava Yolları da Hürriyet, Milliyet, Posta, Sabah'tan kadın gazetecileri, Los Angeles'a götürdü. ABD'ye uçan gazeteciler, üç gün boyunca kenti gezdiler ve THY'nin gala gecesine katıldılar. Sonra da THY Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Bolat ile uçakta yaptıkları söyleşiyi yazıp THY'ye övgüler düzerek "gazetecilik" işlevlerini yerine getirmiş oldular!
Kısa kısa:
Gazeteciliğin politik yandaşlık gözlüğüyle yapılması halinde ne kadar vahim sonuçlar doğurabileceğinin en çarpıcı örneği, Erzurum'daki saldırı haberleriydi. Ekrem İmamoğlu ve otobüsün önünde onu dinleyenlere taş yağdıranlara polisin uzun süre müdahale etmediği görüntülerde açıkça görülüyordu. İktidar medyası, saldırıyı eleştirmek bir yana iktidar mensuplarının dilini aynen tekrarlayarak, saldırıya uğrayanları suçlayan haberler yayımladı.
İlk gün Akşam ve Türkiye, CHP ve İmamoğlu'nu "provokasyon" ile suçladılar. Yeni Şafak ise daha ileri giderek "CHP'liler arasında yer alan bazı gruplar vatandaşa böyle taş yağdırdı" diye yazdı. Ancak Yeni Şafak ertesi gün fikir değiştirerek, olayı bu kez "İmamoğlu'nun otobüsüne taş atılması" olarak tanımladı; "Provokasyonda FETÖ izi çıktı" manşetinde "istihbaratta görevli uzman çavuş Muhammed Akif K.'nın gözaltına alındığını" yazdı.
Milli Savunma Bakanlığı, o uzman çavuşun FETÖ suçlamasından aklandığını açıklayınca Yeni Şafak bir kez daha çark etti; yeniden "Provokasyonu İmamoğlu yapıyor"a döndü. Tabii gözaltına alınan "istihbaratçı bir asker"in saldırıya karışmasını, polisin saldırıya müdahale etmemesini, siyasi iktidarın rolünü hiç sorgulamadılar. Gazeteciliğin sefaletiydi doğrusu.
İktidar medyasının, AKP'nin yalan ve abartmalarına katkıda bulunmasının bir örneği de İstanbul mitingiydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, mitingde "Resmi rakam 1 milyon 700 bin alanda katılım var" dedi. Elbette Akşam, Hürriyet, Sabah, Milliyet, Yeni Şafak gibi iktidar medyası hemen bu sayıyı "gerçek" kabul etti; öyle yayımladı. Hatta Türkiye gazetesi Erdoğan'ın söylediğini biraz daha artırarak "Sadece alanda 2 milyona yakın insan vardı" haberi yaptı.
Aslında 1.7 milyon kişinin o alana sığması fiziken mümkün değildi. Ama Teyit'in
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
göre, bir metrekarede beş kişinin olduğu en kalabalık senaryo baz alınsa bile alana sığabilecek insan sayısı yaklaşık 865 bindi! İktidar medyası sayıyı yüzde 100 abartmıştı!Ama iktidar medyası, bizzat Erdoğan'ın, Kılıçdaroğlu'nun reklam klibine PKK yöneticisi Murat Karayılan'ın montajlandığı görüntüyü dev ekrandan göstermesinden hiç söz etmedi. Bu sahteciliği sadece eleştirel medya yazdı. Erdoğan, Kılıçdaroğlu hakkında çarpıtılmış kupür gösterdiğinde, Kılıçdaroğlu'nun henüz yapmadığı Aydın mitingine katılanların sayısını söylediğinde, açılmayan Şehir Hastanesi'ni övdüğünde de iktidar medyası otosansürü sürdürdü.
Muhaliflere saldırılar, sahte CHP broşürü dağıtılması vakalarında da karartmayı tercih eden iktidar medyasındaki bazı yazarlar da yalana, çarpıtmaya ve düşmanlaştırmaya ortaklık etti.
Bu arada muhalif medyadan da "Millet İttifakı"nın kimi yanlışlarını görmezden gelme örnekleri sergilendiğini vurgulamak gerek. Özellikle kavga ve saldırı haberlerini taraflı aktarma örnekleri görüldü. Gaziantep'te iki taraf arasında kavga olduğunda muhalif medya CHP'li üç gencin yaralandığını, iktidar medyası da AKP'li iki kişinin yaralandığını yazdı.
Umarım yeni dönemde gazeteciler artık düşmanlaştırmaya, yalana ve propagandaya aracı olmaktan vazgeçer, asıl işlevine geri döner. Umarım böyle bir kampanya dönemi de bir daha hiçbir seçimde yaşanmaz.
O kasetin asıl işlevi
Muharrem İnce, cumhurbaşkanı adaylığından çekilirken "Savcı görevini yapmıyor, gazeteciler yazmıyor, yazanlar da FETÖ'cülerin ortağı gibi yazıyor" yakınmasında bulundu.
Oysa tam da gazetecilerin yazmaması gereken konulardı başına gelenler. Sahte dekontları ve sahte videoları yazmak, yaymak anlamına gelecekti. O yüzden gazetecilerin yapması gereken içeriğini yaymadan eleştirmek, sahteciliği duyurmaktı. O da yapıldı medyada.
Gazeteci bırakın bir politikacıyı, hiç kimsenin haksız yere suçlanmasına aracı olmamalı. Fakat Yeni Şafak gibi bir gazete, İnce haberlerinin yanına "Akşener'in dönüşü de kuşkulu" başlıklı haber koyup imalarda bulunarak Meral Akşener'i karalamaya çalıştı. Akşener'in kadın olmasını da kullanan, cinsiyetçi ve gazetecilik dışı bir yaklaşımdı yaptığı.
AKP medyasının İnce'nin çekilmesinden "2. kaset darbesi" gibi başlıklarla CHP'yi ve Kılıçdaroğlu'nu sorumlu tutması da gazetecilik değil AKP'nin seçim propagandasına katkı çabasıydı. Zira "sosyal medya manipülasyonu araştırmacısı" Tuğrulcan Elmas, İnce ile ilgili o görüntüyü yayan sosyal medya hesabının bir süredir iktidar aleyhine videolar paylaşan Ali Yeşildağ ile ilgisinin olmadığını, "o hesabın geçmişte AKP'li trollerce kullanıldığını"
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
çıkardı. Bu veriyi de yok saydılar.Ayrıca İnce, adaylıktan o sahte görüntüler nedeniyle çekilmediğini söyledi. Üstelik bu görüntünün tedavüle çıkarılmasının Yeşildağ'ın, Tayyip Erdoğan ve Mehdi Eker hakkında ortaya attığı yolsuzluk iddialarının üzerinin örtülmesini sağladığı da ortada. Gazeteciler, o görüntüleri yayanlarla ilgili soruşturmanın peşine bırakmamalı, gerçek mutlaka açığa çıkarılmalı.
MSB neyi yalanladı?
Milli Savunma Bakanlığı'nın açıklamasında, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçimle ilişkilendirilmesi personelinin emeğine saygısızlıktır" deniliyor ama kimin, hangi haberin TSK'yı seçimle ilişkilendirdiği belirtilmiyordu. Hedefi belirsiz bir açıklamaydı.
O gün, TSK ile ilgili iki haber dolaşıma girmişti medyada. Birincisi, CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, İçişleri Bakanlığı'nın TSK zırhlı araç ve personelinin, valilerce "gerek görülmesi" halinde kullanılmak üzere seçim günü hazır bulundurulmasını istediğini öne sürmüştü. İkincisi de gazeteci Barış Terkoğlu'nun "Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın Kılıçdaroğlu'na karşı dava açma isteğini reddeden kuvvet komutanlarını Erdoğan'a şikayet ettiği" iddiasıydı.
MSB muhtemelen bu haberleri yalanlıyordu. Ama Akşam, Haber7, Habertürk, Hürriyet, Milliyet, NTV, İnternet Haber'in de aralarında olduğu birçok medya kuruluşu, MSB'nin bunları yalanladığı bilgisini eklemediler haberlerine. Açıklamayı biraz kısaltarak aynen verdiler.
O metni, neyin yalanlandığını yazmadan aktarmak okuru eksik bilgilendirmek anlamına gelir. Anlamsız bir sözcük kalabalığını yayımlamış oldular, o kadar. Böyle haber yazmak için gazeteci olmak da gerekmez. Eminim "Yapay zeka" daha iyi yayına hazırlar böyle metinleri.
Haftanın hanut gezileri
Şirketlerin gazetecileri yurtdışına götürüp ağırlayarak, karşılığında tanıtım yazıları yazdırma uygulaması geçen hafta da devam etti.
Polisan Holding, Akşam, Hürriyet, Türkiye ve Posta gazetelerinden isimleri Yunanistan'ın Volos kentine götürdü. Gazetecilere burada kurulan pet şişe dönüşüm fabrikası gezdirildi. Gezinin karşılığı Akşam, Hürriyet, Posta ve Türkiye'de "Avrupa'nın pet şişesini Türk şirket dönüştürüyor" benzeri başlıklar taşıyan geniş "haberler" (!) yayımlanmasıydı.
Türk Hava Yolları da Hürriyet, Milliyet, Posta, Sabah'tan kadın gazetecileri, Los Angeles'a götürdü. ABD'ye uçan gazeteciler, üç gün boyunca kenti gezdiler ve THY'nin gala gecesine katıldılar. Sonra da THY Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Bolat ile uçakta yaptıkları söyleşiyi yazıp THY'ye övgüler düzerek "gazetecilik" işlevlerini yerine getirmiş oldular!
Kısa kısa:
- Hürriyet, Tele1, Sabah ve Medyaradar'ın, "Muslera banka yetkililerinden şikayetçi" konulu haberlerinde suçlanan DenizBank'ın adı gizlenerek, banka korundu ve haber eksik bilgiyle yayımlandı.
- Hürriyet'in, "Türkiye Tek Yürek" kampanyasında vadettikleri bağışı AFAD'ın hesabına yatırmayanların açıklanacağını duyuran "Sözde bağışçı ifşa olacak" haberinin üzerinden 58 gün geçmesine rağmen bu isimler hâlâ açıklanmadı.
- FOX TV'nin, birçok medya kuruluşunun tersine Ekrem İmamoğlu'nun mitingine yönelik taşlı saldırıda yaralanan küçük çocuğun yüzünü flulaştırarak yayımlaması doğruydu.
- Akit gazetesi, CHP adına sahte broşür bastırılmasını "Hangisi yalan Bay Kemal" diye manşet atarak savunabildi.
- Posta yazarı Hakan Çelik'in, "Yeni versiyonuyla izlenim sürüşü gerçekleştirdiği" araçla çekilmiş fotoğrafının da yer aldığı paylaşımı, aracın sadece iyi özelliklerini ve övgüleri içerdiği için bir otomotiv yazarı incelemesi değil, örtülü reklam niteliğindeydi.
- CNN Türk, Erdoğan'ın "En düşük memur aylığı 22 bin lira olacak" vaadini sanki gerçekleşmiş gibi, "Hangi memur ne kadar maaş alacak" altyazısıyla duyurdu.
- Kızılay'ın çadır sattığını okurlarına daha önce duyurmayan Akşam, Sabah, Yeni Şafak, Kerem Kınık'ın Kızılay Genel Başkanlığı'ndan istifasını ve gerekçesini haber yaptı.
- Sabah, katıldığı TV programında HDP'li yöneticilerin ağzından aktardığı, "Apo Bey" sözünü sanki Mansur Yavaş kendisi söylemiş gibi çarpıtarak "Büyük skandal" diye haber yaptı.
- Seçim yasakları başlamadan hemen önce düzenlenen son söyleşi programını aynı anda canlı yayımlayarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "güzellik" yapan 24 televizyon kanalı, bu alanda rekor kırdı.
- TOGG fabrikasını gezen otomotiv gazetecileri günde 3-40 araç üretildiğini yazmakla yetinirken sadece Türkiye gazetesi şimdiye kadar 170 aracın sahiplerine teslim edildiği bilgisini verdi.
- Sözcü TV, Sözcü gazetesinde Erdoğan Süzer imzasıyla çıkan "Seçim gazının mesajı geldi kendisi yok" haberini kaynak göstermeden, muhabir adını vermeden yayımladı.
- TRT, yeni kurduğu dijital platform Tabii'nin reklamlarını ATV'nin mobil uygulamasında ve Beyaz TV'de de yayımlattı.