Hayal edelim. Eviniz bir gölün yakınında olsun. Sabah kalktınız. SU harika görünüyor. Şükrediyorsunuz. “İyi ki su var. Suyumuz hiç bitmeyecek” diyorsunuz. İlkokuldan beri öğretilen bir şey bu ne de olsa.
O da ne! Birdenbire sıcak bir hava dalgası. Ne kadar sıcak! Sabah ne güzeldi oysa. Göle bakıyorsunuz. Su seviyesi yarıya inmiş. Buharlaşma olmuş.
“Bütün bu su nereye gitti?” derken sağanak bir yağış başlıyor. Öyle böyle değil. Kontrol edilir gibi değil akan su. Nehir yatakları doldu da taştı bile.
Bu suyu barajlarda tutmak ne mümkün! Barajların duvarları yıkılıyor hatta. Dayanamıyor bu şiddetli yağışlar karşısında bu yapılar… Toprağı sürüklüyor aşırı yağışlar. Toprak kopup kopup gidiyor.
Bu tatlı sular ise denize koşuyor. Tuzlanıyor… İçme suyu olarak kullanamazsınız artık.
Denizler geliyor aklına. “Balıklar ne durumdadır acaba?” diye düşünüyorsunuz. “Oksijen seviyeleri iyice düşmüştür şimdi. Diğer sucul canlılar da tehlikededir. Mercan resifleri bembeyaz oldular zaten. Canlıların yaşam alanları da yok oldu. Sular ısındı, asitlendi…”
Derken telefonunuza uzanıyorsunuz. Haberlerde yetkililer açıklıyor: “İçme suyu kalite standartlarını sağlayamıyoruz. Arıtma tesisleri aşırı yağışlar karşısında dayanamıyor. Yıkılıyor.İçilebilir su miktarı azaldı.”
Su kaynaklarımızın hali de harap. İstilacı türler arttı. Alg patlamaları da yaşanıyor. Buharlaşma devam ediyor bir yandan.
Düşünüyorsunuz yine. “Bu kadar hızlı buharlaşma hayra alamet değil. Dünyanın dengesini bozduk. Kim bilir ne zaman nerede bir aşırı yağış, ne zaman nerede kuraklık olacak? Fırtınalar da daha sık oluyor artık. Burası da yakında sular altında kalır. Göç etmek bir çözüm mü? Nereye göç etsem acaba?”
Haberler duyuyorsunuz televizyondan. Kutuplarda buz kalmadı. Hepsi eridi neredeyse. Permafrost diye bir şeyden söz ediyor TV ye çıkan uzmanlar. Permafrost eridikçe Metan gazı da çıkıyor. Dünyayı ısıtan sera gazları vardı ya işte onlardan biri ve en etkili olanı Metan. Hani hep söylediler ya endüstriyel büyükbaş hayvancılığın Dünyaya en büyük zararı Metan diye. Et tüketiminizi azaltın dediler. Dinlemedik hiç…
Buzların yansıtıcı özelliğinden de istifade edemez olduk. Albedo deniliyormuş ona da, koca koca beyaz buz kütlelerinden söz ediyorum. O buzlar sıcaklığı içinde hapseden koyu renkli okyanuslara dönüştü. Sular yükseliyor, tuzlu sular tatlı sulara karışıyor. Yeraltı suları da tuzlanıyor artık.
Başka bir şehirde yaşayan kardeşinizi arıyorsunuz. “Kuraklık” diyor. “Hiçbir şey yetişmez oldu bu topraklarda. Yağmurlar bir buraya gelmiyor. Kuraklık haritalarını gördün mü?” diyor kardeşiniz. Bir damla yeraltı suyu kalmamış. Toprakta nem filan yok artık.”
“Elektrikler de kesik” diyor kardeşiniz. “Hidroelektrik santraller zaten çalışmıyor. Diğer santrallerin soğutma kuleleri için su bulunamıyor.”
“Buraları hiç sorma,” diyorsunuz kardeşinize. “Sular akıp gidiyor, tutamıyorlar. Zamanında çok söyledik, rezervuar yapın bu kadar bina yapmayın diye. Isı adası etkisi oluşmasın diye.”
Su ticareti başladı diyorlar. Vaktiyle sanki sanal suyu gelişmekte olan ülkelere yıkmamışlar gibi. Ticaret ticaret… Parayı ne yapalım. İçecek suyumuz yok.”
Geçtiğimiz hafta içinde 22 Mart Dünya Su Günü etkinlikleri yapıldı tüm dünyada ve bizim ülkemizde. Ben de Çevre TV ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nin organize ettiği “DÜNYA SU GÜNÜ BULUŞMASI 2024” etkinliğinin bir bölümünün moderatörlüğünü üstlendim. Bir birinden donanımlı uzmanlardı konuklarım. İşte o konuklardan biri olan Bursa Uludağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Güray Salihoğlu’nun 2050 yılı senaryosu ile başladım yazıma. Sayın Salihoğlu, 2050’ye bir projektör çevirdi ve olabilecekleri aktardı bize. Ben de sizler ile paylaşmak istedim.
Etkinliğe katılan tüm uzmanların ortak söylemi ise “Dünyanın suyu tükeniyor, acilen önlem alınması gerekiyor.”
Devlet kademelerinde gerekli önlemler bir an önce alınamaz ise bizi zor günler bekliyor. İçinizde 2050’yi ben görmem diye düşünenler olabilir. 27 yıl sonrayı. Bizler göremeyebiliriz elbette ama çocuklarımız ve onların çocukları görecekler. Bugün doğan bir bebek 27 yıl sonra, bugün bizim hoyratça tükettiğimiz kaynakların sıkıntısını yaşayacak. Çocuklarımızın daha refah bir geleceği olsun diye didinip duruyoruz. Milyarlarca paralar harcanıyor bir çocuğun eğitim hayatının sonuna kadar. Neden? İyi şartlarda yaşasın diye. Su olmayan bir dünyada ne kadar iyi yaşanabilir dersiniz?
BM’in son analizi gösterdi ki “Kuraklıktan İlk Olarak Kadınlar ve Kız Çocukları Etkileniyor”
2024 BM Dünya Su Kalkınma Raporuna göre, iklim kriziyle daha da kötüleşen su kaynakları üzerindeki stresin yanı sıra dünyanın tatlı su sistemlerinin aşırı kullanımı ve kirlenmesi de büyük bir çatışma kaynağı.Dünyanın dört bir yanındaki yoksul ve kırsal bölgelerde su toplama konusunda birincil sorumluluk kadınlar ve kız çocuklarında.
Unesco tarafından yayınlanan raporun ana mesajı ise oldukça açık;
“Barış istiyorsak, su kaynaklarını korurken bu alanda bölgesel ve küresel işbirliğini geliştirmek için de hızlı hareket etmeliyiz.”
O da ne! Birdenbire sıcak bir hava dalgası. Ne kadar sıcak! Sabah ne güzeldi oysa. Göle bakıyorsunuz. Su seviyesi yarıya inmiş. Buharlaşma olmuş.
“Bütün bu su nereye gitti?” derken sağanak bir yağış başlıyor. Öyle böyle değil. Kontrol edilir gibi değil akan su. Nehir yatakları doldu da taştı bile.
Bu suyu barajlarda tutmak ne mümkün! Barajların duvarları yıkılıyor hatta. Dayanamıyor bu şiddetli yağışlar karşısında bu yapılar… Toprağı sürüklüyor aşırı yağışlar. Toprak kopup kopup gidiyor.
Bu tatlı sular ise denize koşuyor. Tuzlanıyor… İçme suyu olarak kullanamazsınız artık.
Denizler geliyor aklına. “Balıklar ne durumdadır acaba?” diye düşünüyorsunuz. “Oksijen seviyeleri iyice düşmüştür şimdi. Diğer sucul canlılar da tehlikededir. Mercan resifleri bembeyaz oldular zaten. Canlıların yaşam alanları da yok oldu. Sular ısındı, asitlendi…”
Derken telefonunuza uzanıyorsunuz. Haberlerde yetkililer açıklıyor: “İçme suyu kalite standartlarını sağlayamıyoruz. Arıtma tesisleri aşırı yağışlar karşısında dayanamıyor. Yıkılıyor.İçilebilir su miktarı azaldı.”
Su kaynaklarımızın hali de harap. İstilacı türler arttı. Alg patlamaları da yaşanıyor. Buharlaşma devam ediyor bir yandan.
Düşünüyorsunuz yine. “Bu kadar hızlı buharlaşma hayra alamet değil. Dünyanın dengesini bozduk. Kim bilir ne zaman nerede bir aşırı yağış, ne zaman nerede kuraklık olacak? Fırtınalar da daha sık oluyor artık. Burası da yakında sular altında kalır. Göç etmek bir çözüm mü? Nereye göç etsem acaba?”
Haberler duyuyorsunuz televizyondan. Kutuplarda buz kalmadı. Hepsi eridi neredeyse. Permafrost diye bir şeyden söz ediyor TV ye çıkan uzmanlar. Permafrost eridikçe Metan gazı da çıkıyor. Dünyayı ısıtan sera gazları vardı ya işte onlardan biri ve en etkili olanı Metan. Hani hep söylediler ya endüstriyel büyükbaş hayvancılığın Dünyaya en büyük zararı Metan diye. Et tüketiminizi azaltın dediler. Dinlemedik hiç…
Buzların yansıtıcı özelliğinden de istifade edemez olduk. Albedo deniliyormuş ona da, koca koca beyaz buz kütlelerinden söz ediyorum. O buzlar sıcaklığı içinde hapseden koyu renkli okyanuslara dönüştü. Sular yükseliyor, tuzlu sular tatlı sulara karışıyor. Yeraltı suları da tuzlanıyor artık.
Başka bir şehirde yaşayan kardeşinizi arıyorsunuz. “Kuraklık” diyor. “Hiçbir şey yetişmez oldu bu topraklarda. Yağmurlar bir buraya gelmiyor. Kuraklık haritalarını gördün mü?” diyor kardeşiniz. Bir damla yeraltı suyu kalmamış. Toprakta nem filan yok artık.”
“Elektrikler de kesik” diyor kardeşiniz. “Hidroelektrik santraller zaten çalışmıyor. Diğer santrallerin soğutma kuleleri için su bulunamıyor.”
“Buraları hiç sorma,” diyorsunuz kardeşinize. “Sular akıp gidiyor, tutamıyorlar. Zamanında çok söyledik, rezervuar yapın bu kadar bina yapmayın diye. Isı adası etkisi oluşmasın diye.”
Su ticareti başladı diyorlar. Vaktiyle sanki sanal suyu gelişmekte olan ülkelere yıkmamışlar gibi. Ticaret ticaret… Parayı ne yapalım. İçecek suyumuz yok.”
Geçtiğimiz hafta içinde 22 Mart Dünya Su Günü etkinlikleri yapıldı tüm dünyada ve bizim ülkemizde. Ben de Çevre TV ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nin organize ettiği “DÜNYA SU GÜNÜ BULUŞMASI 2024” etkinliğinin bir bölümünün moderatörlüğünü üstlendim. Bir birinden donanımlı uzmanlardı konuklarım. İşte o konuklardan biri olan Bursa Uludağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Güray Salihoğlu’nun 2050 yılı senaryosu ile başladım yazıma. Sayın Salihoğlu, 2050’ye bir projektör çevirdi ve olabilecekleri aktardı bize. Ben de sizler ile paylaşmak istedim.
Etkinliğe katılan tüm uzmanların ortak söylemi ise “Dünyanın suyu tükeniyor, acilen önlem alınması gerekiyor.”
Devlet kademelerinde gerekli önlemler bir an önce alınamaz ise bizi zor günler bekliyor. İçinizde 2050’yi ben görmem diye düşünenler olabilir. 27 yıl sonrayı. Bizler göremeyebiliriz elbette ama çocuklarımız ve onların çocukları görecekler. Bugün doğan bir bebek 27 yıl sonra, bugün bizim hoyratça tükettiğimiz kaynakların sıkıntısını yaşayacak. Çocuklarımızın daha refah bir geleceği olsun diye didinip duruyoruz. Milyarlarca paralar harcanıyor bir çocuğun eğitim hayatının sonuna kadar. Neden? İyi şartlarda yaşasın diye. Su olmayan bir dünyada ne kadar iyi yaşanabilir dersiniz?
BM’in son analizi gösterdi ki “Kuraklıktan İlk Olarak Kadınlar ve Kız Çocukları Etkileniyor”
2024 BM Dünya Su Kalkınma Raporuna göre, iklim kriziyle daha da kötüleşen su kaynakları üzerindeki stresin yanı sıra dünyanın tatlı su sistemlerinin aşırı kullanımı ve kirlenmesi de büyük bir çatışma kaynağı.Dünyanın dört bir yanındaki yoksul ve kırsal bölgelerde su toplama konusunda birincil sorumluluk kadınlar ve kız çocuklarında.
Unesco tarafından yayınlanan raporun ana mesajı ise oldukça açık;
“Barış istiyorsak, su kaynaklarını korurken bu alanda bölgesel ve küresel işbirliğini geliştirmek için de hızlı hareket etmeliyiz.”
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.