Geçtiğimiz Pazar yani 21 Temmuz 2024 günü dünya ortalama yeryüzü sıcaklık rekoru 17.09 derece ile bir kez daha tazelendi. Önceki rekoru da merak ediyorsanız çok uzağa gitmenize gerek yok. Geride bırakılan rekor sıcaklıklar 17.08 derece gibi çok ufak bir farkla 2023 Temmuz ayında ölçülmüştü. Ortalama sıcaklıkların bu derece hızla rekorları tazelemesi demek tabi ki küresel ısınmanın körüklenmesi ve yaşamsal faaliyetlerimiz için kritik eşik olan 1.5 derecelik küresel ısınma limitinin zorlanması anlamına geliyor. Kritik eşik olarak belirlenen bu 1.5 derecelik artışın aşılması demek şehirlerde ve kırsal alanlarda yaşamın zorlaşması, içme suyu ve gıda güvenliğinin tehlikeye girmesi, yaşanacak yıkıcı doğal afetlerin sıklığının ve şiddetinin artması gibi daha pek çok kitlesel düzeni bozacak zincirleme reaksiyonların doğması anlamına gelir. Bu sebeptendir ki özel sektör firmaları ve hükümetler ısınmayı 1.5 derecede sınırlamak için ardı ardına taahhütler sıralıyor, iklim değişikliğini tersine çevirecek potansiyel teknolojilerden bahsediyor ancak aylar ve yıllar geçtikçe durumun vahameti ortaya çıkıyor. Gerçek şu ki dünyanın küresel ısınmayı 1.5 derecede sınırlandırabilmesi için önümüzdeki 10 yıl içerisinde emisyonları %42 oranında azaltması gerekiyor. Gelin görün ki, kurumsallar ve hükümetlerin öve öve bitiremediği taahhütler ve gelişimler bazı raporlara(YALE E360) göre ancak ve ancak %30’luk bir azaltıma azaltım potansiyeline sahip.
Emisyon azaltımlarındaki sınırlı ilerlemenin başlıca sebeplerinden gördüğüm iki noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum. İlki, firmalar öncelikli olarak kendi operasyonları dolayısıyla ortaya çıkan emisyonları temizlemeye çalışırken tedarikçileri veya alt yüklenicileri kaynaklı ortaya çıkan çok büyük miktardaki emisyonları görmezden geliyor. Halbuki bu oldukça kapsamlı ele alınması gereken bir iş. Firmalar kendi operasyonlarında yeşil dönüşüme ne kadar önem veriyorsa tedarikçileri konusunda da bir o kadar seçici olarak karar almalı ve operasyonlarındaki emisyonları sınırlayıcı aksiyonlar almalı. İkinci önemli nokta ise kurumsallar ve hükümetlerin iklim hedeflerinin çok kısa vadeli planlardan oluşması. Baktığımızda birçok ülke ve firmanın 2030 iklim hedefleri bulunuyor ancak daha uzun vade için birçoğunun net bir yol haritası bulunmuyor. Bu da değişen ekonomik şartlar ve farklı siyasi politikalar doğrultusunda maddi çıkarlar gölgesinde ilerleyen iklim politikalarının oluşmasına yol açıyor.
Biz birbiriyle tamamen bağlantılı bir ekosistemde yaşıyoruz bu yüzden bireylerin, ülkelerin ve gücü elinde bulunduran diğer kurum ve oluşumların alacağı aksiyonlar veya önlemler küçümsenmeyecek kadar önemli. Bu doğrultuda belirlenecek küresel çapta hedefler ise aksiyonlarımızın başarısına şekil verir. Ne de olsa zaferin küçüğü büyüğü yoktur. Duyarlı bireyler evlerinde gereksiz su kullanımını azaltmak, pet şişelerden kurtulmak, doğaya çöp atmamak ve atılmasına engel olmak gibi basit iklim hedefleri ile zaferi elde edebilirler. Tabi zafere her zaman bu kadar kolay hedeflerle ulaşılmıyor. Ülkeler ve kurumlar küresel iklim hedeflerinde başarı elde edebilmek için çok daha cesur ve iddialı hedefler koymak zorunda ancak yetersiz kalıyorlar. Türkiye’den örnek vermek gerekirse Türk şirketlerinin yalnızca %12’sinin net sıfır karbon taahhüdünde bulunduğu görülüyor. 2024 yılı içerisinde küresel çapta kritik eşik olan 1.5°C'lik ısınmanın aşılması söz konusuyken taahhütlerin ve taahhütler ardından gelen aksiyonların çok daha tutarlı ve cesur olması gerekir.
Yine de tüm faturayı özel şirketlere ve özellikle de gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerine kesmek doğru olmaz. Verilen taahhütlerin yerine getirilememesi ve yeşil dönüşüm için gerekli finansmanın sağlanamaması konusunda küresel bir baskı söz konusu. Pandemi sonrası dünya dengelerinin değiştiği aşikar. Tüm dünyanın bu yıllarda baş etmeye çalıştığı yüksek enflasyon, jeopolitik çalkantılar ve tedarik zinciri üzerindeki gerek savaş sebepli gerekse ekonomik baskılar kurum ve kuruluşların yeşil dönüşüm doğrultusunda elini kolunu bağlamış durumda. Bu etkenler göz önünde bulundurulduğunda yeşil dönüşüm çerçevesinde gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerin ilerleme seviyelerindeki uçurumu, günümüzde Türkiye’deki gelir adaletsizliği sonucu hayat standartlarındaki uçuruma benzetiyorum.
Emisyon azaltımlarındaki sınırlı ilerlemenin başlıca sebeplerinden gördüğüm iki noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum. İlki, firmalar öncelikli olarak kendi operasyonları dolayısıyla ortaya çıkan emisyonları temizlemeye çalışırken tedarikçileri veya alt yüklenicileri kaynaklı ortaya çıkan çok büyük miktardaki emisyonları görmezden geliyor. Halbuki bu oldukça kapsamlı ele alınması gereken bir iş. Firmalar kendi operasyonlarında yeşil dönüşüme ne kadar önem veriyorsa tedarikçileri konusunda da bir o kadar seçici olarak karar almalı ve operasyonlarındaki emisyonları sınırlayıcı aksiyonlar almalı. İkinci önemli nokta ise kurumsallar ve hükümetlerin iklim hedeflerinin çok kısa vadeli planlardan oluşması. Baktığımızda birçok ülke ve firmanın 2030 iklim hedefleri bulunuyor ancak daha uzun vade için birçoğunun net bir yol haritası bulunmuyor. Bu da değişen ekonomik şartlar ve farklı siyasi politikalar doğrultusunda maddi çıkarlar gölgesinde ilerleyen iklim politikalarının oluşmasına yol açıyor.
Biz birbiriyle tamamen bağlantılı bir ekosistemde yaşıyoruz bu yüzden bireylerin, ülkelerin ve gücü elinde bulunduran diğer kurum ve oluşumların alacağı aksiyonlar veya önlemler küçümsenmeyecek kadar önemli. Bu doğrultuda belirlenecek küresel çapta hedefler ise aksiyonlarımızın başarısına şekil verir. Ne de olsa zaferin küçüğü büyüğü yoktur. Duyarlı bireyler evlerinde gereksiz su kullanımını azaltmak, pet şişelerden kurtulmak, doğaya çöp atmamak ve atılmasına engel olmak gibi basit iklim hedefleri ile zaferi elde edebilirler. Tabi zafere her zaman bu kadar kolay hedeflerle ulaşılmıyor. Ülkeler ve kurumlar küresel iklim hedeflerinde başarı elde edebilmek için çok daha cesur ve iddialı hedefler koymak zorunda ancak yetersiz kalıyorlar. Türkiye’den örnek vermek gerekirse Türk şirketlerinin yalnızca %12’sinin net sıfır karbon taahhüdünde bulunduğu görülüyor. 2024 yılı içerisinde küresel çapta kritik eşik olan 1.5°C'lik ısınmanın aşılması söz konusuyken taahhütlerin ve taahhütler ardından gelen aksiyonların çok daha tutarlı ve cesur olması gerekir.
Yine de tüm faturayı özel şirketlere ve özellikle de gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerine kesmek doğru olmaz. Verilen taahhütlerin yerine getirilememesi ve yeşil dönüşüm için gerekli finansmanın sağlanamaması konusunda küresel bir baskı söz konusu. Pandemi sonrası dünya dengelerinin değiştiği aşikar. Tüm dünyanın bu yıllarda baş etmeye çalıştığı yüksek enflasyon, jeopolitik çalkantılar ve tedarik zinciri üzerindeki gerek savaş sebepli gerekse ekonomik baskılar kurum ve kuruluşların yeşil dönüşüm doğrultusunda elini kolunu bağlamış durumda. Bu etkenler göz önünde bulundurulduğunda yeşil dönüşüm çerçevesinde gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerin ilerleme seviyelerindeki uçurumu, günümüzde Türkiye’deki gelir adaletsizliği sonucu hayat standartlarındaki uçuruma benzetiyorum.
Misafirler için gizlenen link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.